Pages

29 Mart 2012 Perşembe

Think of a Number- Aklindan Bir Sayi Tut


Nihayet gecen gece bir kac aydir okumakta oldugum, JohnVerdon'in Think of a Number- Aklindan Bir Sayi Tut, kitabini bitirebildim. Bu kitap uzun bir sure yayin evlerinin en cok satanlar listesinde birinci sirada yer aldi. Turu cinayet/polisiye ve kesinlikle buyuk bir ustalikla ve cok zekice yazilmis; sonu ise tam bir surpriz. Bence bu kitap bir nefeste okuyup bitirilecek turden.

Gunduzleri iste oldugum icin, kitabi hep gece yatmadan once okudum.  Durum boyle olunca da bu guzelim kitap uyku oncesi kitabi haline geldi.  Her gece elimde kitapla uyuyakalmadan once anca bes-on sayfa okuyabildim ve bu yuzden bitirmem bir kac ayimi aldi.  Normalde boyle yapmam, yani bir kitap okuyorsam ve hosuma gittiyse, elimde aylarca surunmesine izin vermem; hemen okuyup bitiririm.  Bu seferlik boyle oldu ama keyifli de oldu cunku her sabah uyandigimda acaba simdi neler olacak merakiyla uyku saatini getirdim. Sozu daha fazla uzatmayayim; mutlaka okumanizi tavsiye ediyorum. 


Siradaki kitap ise Ben Macintyre'dan The Last Word- Tales from the Tip of the Mother Tongue.  Yazarimiz The Times gazetesinde yardimci editor ve kose yazari. Kitap da, yazarin Ingilizce dilinin zenginligi, komikligi ve esnekligi uzerine yazdigi cesitli yazilarindan olusuyor.  Hem bir Ingilizce ogretmeni, hem de 7/24 Ingilizceyle yasayan biri olarak bana da okumak kaliyor :)

28 Mart 2012 Çarşamba

Kendimi takip ediyorum!


Nasil yaptim, hangi tusa bastim bilmiyorum ama kendimi blogumun takipcileri arasina ekledim! Simdi sayfama bakip kendimi gorunce cok sacma hissediyorum :) Cok fazla takipcim yok ama goren duyan ne der simdi? Saskina bak, blog yazari kendisi oldugu halde bir de kendini izleyiciler arasina eklemis demezler mi? Benimle dalga gecmezler mi? :) Tam da "Hah, artik ogrendim ben bu isi epey" derken yapilacak is miydi bu? Ben soyleyeyim de; bir saskinliktir aldi basini gidiyor bende bu aralar. Baby brain dedikleri bu olsa gerek. Belki bir bilen bana yol gosterir de kendimi listeden cikarabilirim, yoksa gozum surekli ustumde olacak :)


26 Mart 2012 Pazartesi

Keyifli bir hafta sonu

Gectigimiz Cumartesi ve Pazar Canberra'da muhtesem guzel bir hava vardi.   Hafif hafif esen ruzgar ve dokulen yapraklarla mevsimin sonbahar oldugu her ne kadar hissedilse de, ettigim sitem yerini bulmus olacak ki, gunes o guler yuzunu gosterdi tum hafta sonu boyunca. 
Hazir boyle guzel havayi bulmusken evde durmadik biz de.  Oncelikle, uzun zamandir gormek istedigimiz bir sergi vardi Australian National Gallery'de; Ronesans. Sergi boyunca "Hadi bu insanlar bu saheserleri ortaya koymuslar, tamam da, peki bu tablolar yuzyillar oncesinden gunumuze gelene kadar nasil korunabilmis, bu renkler nasil solmamis..."diye dusundum durdum. Eserlerin guzelligi, resimlerdeki detaylar, renkler, ifadeler...resmen aklimi basimdan aldi.  

Australian National Gallery muntazam bir arazi uzerine kurulmus cok buyuk bir galeri.  Dort bir etrafi yemyesil bahcelerle cevrili.  Isterseniz piknik battaniyenizi alip serilin boylu boyunca, gunesin ve doganin tadini cikarin; isterseniz Galeri'nin kafesinde kitabinizi okuyun kahvenizi yudumlarken. 
Sergiden ciktiktan sonra biz de kendimizi bahceye attik.  Guzel bir yuruyusun ardindan cimlere oturup gunesin altinda oylece kaldik uzun bir sure, sicakta mayisan kediler gibi.  Meger ne cok ozlemisim gunesi...Pazar gunu de, benim kangurulu park diye adlandirdigim Yarralumla Park'a kangurulari gormeye gittik.  Her zaman oldugu gibi cok sevimlilerdi :)  

Iste haftasonundan yansiyanlar...














9 Mart 2012 Cuma

Sonbahar...

Artik resmi olarak, yani takvimsel acidan, sonbahara girdik.  Malumunuz, Guney Yarim Kure'de mevsimler Kuzey Yarim Kure'ye gore ters.  Mart ayi Turkiye'de baharin mujdecisi iken Avustralya'da sonbahari getiriyor pesinde.  
Buraya ilk geldigimde ayak uydurmakta en cok zorlandigim sey sanirim bu olmustu.  Insan garipsiyor. Benim dogum gunum Aralik ayi sonu.  Simdiye kadar da dogum gunumu hep soguk, bazen de karli gunlerde kutlamaya alisik olan ben, buraya geldigim ilk sene sicak bir yaz gununde barbeku partisi ile hosgeldin demistim yeni yasima.  Arada degisiklik iyidir dedigimi hatirliyorum kendi kendime :)

Bu sene Canberra'da adam akilli yaz yasanmadi diyebilirim.  Gecen sene de boyle olmustu; sadece bir kac hafta suren sicak gunlerden sonra surekli yagmur yagmis, havalar da birden sogumus ve kis gelmisti.  Bu yagisli gunlerin sorumlusu olarak da La Nina, yani Pasifik Okyanusunun yuzey suyu isisinin degisimi ile meydana gelen okyanus-atmosfer olaylari gosterilmisti. Bu degisim Avustralya'nin Queensland eyaletinde ulkenin en buyuk dogal afeti olarak kayitlara gecen kategori 5 Siklon Yasi'ye sebep olmus, eyaletin buyuk bir bolumu sular altinda kalmis, tarlalar ekilemez, ekinler de kullanilamaz hale gelmisti. Felaketin en aci tarafi da pek cok insanin sel sularina kapilip hayatini kaybetmesiydi.

Yagmurdan sonra kurumaya calisan minik kuslar
Soylendigine gore La Nina'nin etkileri hala devam etmekte. Oyle ki, kuzey eyaletleri yine sular altinda. Can ve mal kayiplari da cabasi.  Canberra'da da havalar buna bagli olarak surekli yagisli ve son bir kac gundur de oldukca serin.
Sonbahara girdik diyorum ama yagislardan dolayi her yer hala yemyesil.  Cok sevdigim sonbahar renklerini agaclarda gormem icin daha uzun bir zaman var sanirim...

Hal boyle olunca, surekli gri bir gokyuzu ve yagmur, ruh halimde bundan etkilenmiyor degil.  Kendimi yorgun ve uykulu hissediyorum surekli.  Icimden bir sey yapmak gelmiyor, uyumaktan baska :)  Sabahlari yataktan zorla kalkiyorum, iste uzuuun bir gun geciriyorum ve eve geldigimde de kendimi koltuga atiyorum hemen.  O cok sevdigim rengarek yunlerim bana bakiyor uzaktan, oglum icin ordugum patigin diger esi bitirilmeyi bekliyor, kafamdan gecen turlu proje tilkileri kis uykusuna yatmaya hazirlaniyor. Penceremden disari baktigimda uzgun bir bahce goruyorum; yeterli gunes gormedikleri icin buyuyemeyen sebzeler, kizaramayan domatesler, acilasmayan biberler...Zaten bu yuzden bahcemin adini huzunlu bahce koydum. Keyfi yerinde olan iki sey ise begonyalarim ve kendisinden umudu keserek uzun bir sure once bahcede kendi haline biraktigim siklamenim.  Ikisinin de yuzunde guller aciyor masallah. Aman siz mutlu olunda, size baktikca ben de mutlu olayim.
Siklamenim- saksini degistirmeliyim

Gunesin anlik da olsa yuzunu gosterdigi bir anda begonyalarim

Bu ruh halimin etkilerini bloguma da tasidim.  Sayfamin renklerini ve dizaynini sonbahara uygun bir sekilde degistirdim; yumusak ve sicak tonlar, dokulen yapraklar...Cok da hosuma gitti.  Siz ne dersiniz?


R.I.P TESS

Mudurumun cocugu kadar cok sevdigi bir kopegi vardi; ismi Tess. Ben kucuklugunu gormedim ama mudurumun ve burada yaklasik on senedir calisan diger is arkadaslarimin dedigine gore Tess hayatinin hemen hemen yarisini burada, bu isyerinde gecirmis.  Ben de ise basladigim gunden beri haftanin en az bir kac gunu Tess'i isyerinin kapisinda gelenleri karsilarken gormusumdur.  Hemen ustunuze atlar, ellerinizi yalamaya baslar, yerlerde yuvarlanirdi sirf karnini oksatabilmek icin.  Seninle biraz oynastiktan sonra da John'un, mudurumun, odasina gider, onun masasinin altinda guzel bir uykuya dalardi.  John toplanti icin disari cikmak zorunda kaldiginda Tess'i ofiste birakir, o daha kapidan cikmadan once Tess baslardi mizildanmaya sanki beni birakma dercesine. John geri geldiginde de bir sevinc ki sormayin...

Tess henuz yeni yetismeyken
4-5 ay once Tess bir cesit idrar yollari enfeksiyonuna yakalandi.  Surekli tedavi gordu; ozel bir diyet, cesitli ilaclar, vitaminler.  Iyilesmisti de aslinda.  Yaklasik iki ay once de ciddi bir trafik kazasi gecirdi.  Arabadan iner inmez evin bahcesinde gordugu tavsani kovalamaya baslayinca birden yola firlamis ve gelen 4x4 araci gormemis.  Tess yola aniden firladigi icin de arac sahibi maalesef duramamis ve Tess'e carpmis. 
Uzun bir iyilesme surecinin ardindan tam hersey yolunda derken bu sefer de 2 hafta once Tess'de tedavi edilemez, geri dondurulemez bir bobrek yetmezligi oldugu ortaya cikti.  Veteriner iki haftalik omru var demisti o zaman ama John hep umutluydu belki duzelir, iyilesir diye.  Her sabah soruyordum John'a Tess'in durumunu ve O her seferinde aglayarak cevap veriyordu: "Nurdan, gozlerimin onunde eriyor, hic bir sey yemiyor, su dahi istemiyor vucudu. Boyle caresiz kalmak beni mahvediyor...'  

Gectigimiz Sali gunu ofise baya erken gelmistim, John da ordaydi. Omuzlari dusmus, gozleri kipkirmizi...Soramadim ne oldu diye cunku anlamistim. "Nurdan" dedi, "Dun butun gun yatagimin uzerinden disarda yagan yagmuru izledi Tess.  Sabah cok erken uyandim, ona seslendim, yok.  Hemen disari ciktim. Tess deli gibi yagan yagmurun altinda yuzustu, boylu boyunca yatiyordu.  Hemen bir havluya sarip iceri aldim, kuruladim; titriyordu.  Veterineri aradim. Yapacak bir sey yok.  Daha fazla aci cekmesin, klinige getir dedi.  Goturdum.  Onu uyutacak igneyi yaptilar. Bir kac dakika sonra da..." dedi ve hickiriklara boguldu koca adam.  Bir sure ikimizde agladik oylece.  O an ne desem bostu, zaten hic bir sey soyleyemedim.  Sonra bir bardak cay yapti kendine, ofisine gitti ve kapiyi kapatti. Disarda yine siddetli bir yagmur vardi.


Nasil da baglaniyor insan degil mi? Evindeki o hayvan artik senin bir parcan, ailenin bir bireyi oluyor.  Hele de yalniz yasayan biriysen John gibi; hayat yoldasin oluyor o varlik. Bu yuzden anlayamiyorum beslemek icin evine kedi kopek alip da sonra bakamadigi icin sokaga birakan insanlari.  Iciniz nasil rahat ediyor o hayvancagiz sokakta bir basinayken? Hele hayvanlara zulum edenleri Allah hic affetmesin diyorum; onlar da can tasimiyor mu? Yureginiz buna nasil el veriyor? 
Gecen gun Facebook'ta okudugum bir soz ne kadar da dogru: Pet diye aliyorlar, pat diye atiyorlar.

Umuyorum bir gun insanlar hayvanlara karsi daha duyarli olurlar...